KÜNYE
Orijinal Adı : 11/22/63
Yazar : Stephen King
Orijinal Dili : İngilizce
Çevirmen : Zeynep Heyzen Ateş
Yayınevi : Altın Kitaplar
“Jake? Bana gelecekle ilgili güzel bir şey söyle. Aklıma çok
az şey geldi. Cep telefonları? Hayır. İntihar bombacıları? Hayır. Eriyen
kutuplar? Şimdi bu konuyu açmamak en iyisi. Sırıttım. “Bir fiyatına iki tane
vereceğim. Soğuk savaş bitti ve bir siyah başkan seçildi.” – syf. 665
’63 yılının güneşli bir Kasım
gününde yakışıklı başkanlarını görmek için Elm Sokağı’nda toplanmış
Dallaslıların sevinç nidaları nereden geldiği -49 yıl sonra bile- tam anlamıyla
anlaşılamamış üç el silah sesi ile bölündü. Yakışıklı yüzü, güven veren duruşu
ve güzel gülüşü ile ölüme sanki her birimizden bi’ parça daha uzak görünen Amerikan başkanı John F. Kennedy’i hedef alan kurşunlar, o gün sadece Kennedy’nin
beynine değil, Amerika’nın –hatta tüm
dünyanın- kalbine saplandı sanki. Başkanın kafatasından sıçrayan beyin
parçacıkları sadece Jackie Kennedy’nin Coco Chanel imzalı pembe elbisesini
değil, Amerikalıların güzel bir geleceğe dair güttükleri pespembe umutları da
kana buladı.
Kennedy suikasti, şüphesiz,
insanlık tarihinin en trajik olaylarından bir tanesi… Üstü açık bir Limuzin’le
halkının arasından güvenle geçebileceğine inanacak kadar optimist bir adamın on
binlerin önünde vurulması ile başlayan ve günümüze kadar hakkında –çoğu komplo
teorisi içeren- binlerce kitap yazılan suikast, bu defa ünlü yazar Stephen King’in anlatımıyla karşımıza çıkıyor.
Doğrusunu isterseniz 815 sayfalık
bu devasa romanı neresinden anlatmaya başlayacağımı bilemez haldeyim zira bu kitap
sadece bir tarihsel kurgu ya da bilimkurgu romanı değil, içinde tarihi de
bilimkurguyu da aşk’ı da içeren çok yönlü -çok katmanlı- ince bir
araştırmanın ürünü.
Ayrıntılara geçmeden önce kitabın
kurgusal çerçevesinden kısaca bahsetmek gerekirse; hikayemiz, Jake Epping adlı bir
edebiyat öğretmeninin -kanserden ölmek üzere olan- arkadaşı Al Templeton’ın
dükkanının kilerinde bulunan ve 1958 yılına açılan bir geçitten haberdar
olmasıyla başlıyor. Al, Jake’e kendisinin uzun süre bu geçidi kullandığını ve
pek çok kez geçmişteki bir takım olaylar üzerinde yarattığı değişimlerin
günümüzde nasıl yankı bulduğuna dair denemeler yaptığını anlatıyor ve ondan
kendisinin –sağlığı nedeniyle- yarım bırakmak zorunda kaldığı bir işi
bitirmesini istiyor: Kennedy suikastini durdurmak! Bu noktadan sonra kitap, ana
hikayenin yanına eklenen bilim kurgu-gerilim öğeleri ve beklemedik aşk öyküsü
ile dallanıp budaklanıyor.
[Kitap tek bir eksen etrafında dönmediğinden hakkını vererek incelemek için bu iç
içe geçmiş olaylar zincirini birbirinden ayırarak yorumlanmaya çalışacağım.]
1. Hikayenin Oturduğu Ana Eksen: Kennedy
Suikasti
Stephen King Kennedy Suikasti
hakkında yazmayı aslında 1970’li yıllarda kafasına koyuyor, fakat o dönem
olayın henüz çok taze olması ve üzerinden çok fazla komplo teorisi yürütülmesi
nedeniyle bu fikrinden vazgeçiyor. 2011’e geldiğimizde ise, uzun yıllar önce
rafa kaldırdığı bu düşünceyi tekrar ele alıyor ve sonuçta karşımıza 22/11/63
çıkıyor.
Kitabın yazımı süresince -suikast
üzerine düşünen pek çok insanda olduğu gibi- King’in de aklını tek bir soru kurcalıyor:
suikastçi Lee Harvey Oswald tek başına mıydı? İşin içinde -komplo
teorisyenlerinin iddia ettiği gibi- FBI, CIA ya da Rusya var mıydı?
Bu minvalde, King, ‘58-‘63
yılları arasında Oswald’ın kimlerle görüştüğüne ve nerelerde kaldığına dair detaylı
bir araştırma yapıyor ve edindiği tüm bu bilgileri okuyucuya zaman çizelgesine uygun
olarak yavaş yavaş vermeye başlıyor. Kitap boyunca, Oswald’ın, güzel karısı
Marina Oswald’dan Kennedy’den nefret eden Rus petrol zengini George de
Mohrenschildt’e kadar pek çok kişiyle olan ilişkilerine ışık tutan ve onu
suikaste götüren nedenleri tek tek aydınlatmaya çalışan yazar sık sık Oswald’ın
açık zaafları olan zayıf kişiliğine vurgu yapıyor.
Lee Harvey Oswald |
“Lee Harvey Oswald: Doğru zamanda doğru yerde
olan şöhret delisi tehlikeli bir küçük adam.”
George de Mohrenschildt |
Bunun dışında inceden FBI’a ve de
Oswald’ı hem Kennedy’e hem de kapitalizme karşı devamlı kışkırtan George de Mohrenschildt’e
atıfta bulunan King, -tam bir politik görüş ortaya koymasa da- bu isimlerin de suikastte
etkileri olabileceğine dair açık bir kapı bırakmadan edemiyor.
“Mohrenschildth, onunla
oynuyordu. Onu dolduruşa getiriyordu. Buna emindim.” – syf. 532
Kitabın sonlarında her şeyi
mümkün olduğunca zaman çizelgesine ve gerçeklere yakın olarak anlatmaya
çalıştığının altını özellikle çizen yazar, bu açıdan Kennedy – Oswald – Mohrenschildt
üçgenine dair yaptığı bu ayrıntılı çalışma ile takdiri en baştan hak ediyor zaten.
2. Bilimkurgu - Zamanda Yolculuk
Bu kitap hakkında şu
ayrımı iyi yapmak lazım: Bu bir bilimkurgu romanı değil, içinde bilimkurgusal
öğeler barındıran tarihsel bir kurgu.
Buradan hareketle denebilir ki, hayali
karakterimiz Al Templeton’ın dükkanında bulunan ve 1958 yılına açılan “tavşan
deliği” hikayesi kitabın bilimkurgu ayağının neredeyse yegane unsuru. Kitabın
arka kapağında yer alan yazı okuyucuya sanki bir bilimkurgu romanı okuyacakmış hissi
verse de aslında “zamanda yolculuk” sadece ana konuya –Kennedy’e- varmak için
kullanılan bilimkurgusal bir öğe. Bu şekilde bakıldığında bir bilimkurgu romanından
beklenecek öğelerin yer yer pasif kalması ve dahi bu kitabın zamanda yolculuk
üzerine yazılmış en iyi roman olmaması anlayışla karşılanabilir diye
düşünüyorum.
3. Aşk Hikayesi - Sadie ve Jake
Üzülerek söylüyorum ki, aşk
hikayesi bu romanın en zayıf noktası.
Stephen King |
Açıkça belli ki King, kahramanımızı
1963’te gerçekleşecek suikastin beş yıl öncesine -1958 yılına- suikaste kadar
olan süreçte Oswald’ın yaşadıklarını ve kişiliğini okuyucuya etraflıca
tanıtabilmek istediği için yolluyor, burası tamam. Amma velakin, ‘60-‘63
arasında Oswald’ın devamlı yer değiştirmesi ve dahi bu süreçte birkaç kez hapse
girip çıkması romancıyı epey zorluyor ve buna çözüm olarak yazar zaman
çizelgesindeki bu açıkları bir aşk hikayesi ile kapatma yolunu tercih ediyor. Evet,
bu kurgusal taktik bana göre de oldukça zekice atılmış bir hamle ama maalesef
ki King –kendisinin de bir röportajında itiraf ettiği gibi- iyi bir aşk romanı
yazarı değil. Sadie ve Jack arasındaki ilişki Yeşilçam filmleriyle büyümüş bir
nesil için fazlasıyla klişe ve işbu sebepten de kitabın temposunun düşmesinde
çok önemli bir rol oynuyor. Bu kısım daha ilgi çekici bir hikayeyle
tamamlansaymış kitaba 10 üzerinden 10 verebilirdim ama üzülerek söylüyorum ki King
beklentiyi karşılayamamış.
4. Korku – Gerilim Öğeleri
Stephen King’in dünyaca ünlü
olmasına neden olan korku ve gerilim kitaplarının değişmez öğeleri bu kitapta
da kendisine –tabii ki- yer buluyor. Devamlı yankılanan sesler ve kim/ne olduğu
bir türlü anlaşılamayan öğeler ile okuyucuyu gerilim anlamında da beslemek
isteyen yazar ne yazık ki bu konuda da “ondan beklenen” başarıyı gösterememiş.
Hikayeye ara ara dahil olup sonra tamamen ortadan kaybolan gerilim unsurları
okuyucu üzerinde istenilen etkiyi yaratmada fazla pasifize kalıyor. Sanki yaratılmak
istenen o gerilim atmosferi ana hikayenin yüzeyinde kalmış, genele bir türlü yedirilememiş gibi... Bu açıdan bakıldığında da King her şeyden bir parça
katmaya çalışırken hiçbirinden tam verim alamadığı bir eser çıkarmış ortaya
denebilir.
5. 1958-1963 Amerika’sı
Hakkını verelim, kitap boyunca, ’50-’60
yılları arasında Amerika’nın nasıl göründüğüne dair yapılan açıklayıcı
betimlemeler şimdiye dek o döneme ait izlediğiniz filmlerden aklınızda
kalanlarla birleşince kafanızda tam bir dönem tablosu oluşturuyor. Chevrolet’ler
ve Cadillac’larla nostaljik araba tutkunlarına selam çakan King, bunun yanısıra
sık sık vurguladığı sigaranın yaygınlığı ve caddelerdeki o pis kokuyla nostaljiseverlere
geçmişin aslında o kadar da matah bir şey olmadığını inceden hissettiriyor.
“1958’de duman altı olmayan yer
yok denecek kadar azdı.” – syf. 169
Ek olarak kitap, o dönem Amerika’sının
en önemli siyasi sorunlarının başında gelen zenci-beyaz ayrımına dair çizdiği çarpıcı
tabloyla da göz dolduruyor.
“Zencilerle bir sorunum yok” dedi
bana. “Hayır efendim. Onları lanetleyen ben değilim, bizzat Tanrı. Sen de
biliyorsundur!” – syf. 293
Kurgusal özellikleri bir yana
bırakıp kitabın yapısal öğelerine gelirsek; kitabın dili yer yer mizahi öğeler
de barındıran akıcı bir dil olarak tanımlanabilir. Ek olarak, döneme dair
yapılması gerekli betimlemeler haricinde belirgin bir edebi derinlik taşımayan,
bu nedenle de okuyucu çok yormayan bir kitap denilebilir. Kütükten hallice kalınlığına
bakıp da korkmayın, kolayca okunabiliyor.
Karakter zenginliği açısından
bakarsak, kitap gerçekten çok doyurucu. Tarihsel kişiliklerin yanı sıra dönemin
Amerika’sında yaşayan tipik insan prototipleri ile zenginleştirilmiş başarılı
bir kurgusu var ve bence sırf bu yönüyle bile takdiri hak ediyor.
Çeviri açısından ise göze çarpan
belli bir eksiklik –ya da zenginlik- yok, birkaç yerde “iki seksen yere
devrilmek” gibi İngilizcede olup olmadığından emin olamadığım hoş betimlemeler
var, çevirmenin hakkını yememek lazım.
Söylemeden geçemeyeceğim, gazete
küpürü olarak tasarlanmış ön ve arka kapaklar kitabın en başarılı olduğunu
noktalardan biri, kitabı görür görmez içimden tasarımcıyı bulup tebrik etmek
geldi.
"O", Altın Kitaplar |
Ve son bir dip not daha, kitapta
Stephen King’in 1986 yılında yayınladığı ve Türkçeye “O” adıyla çevrilmiş ünlü romanına
iki-üç farklı yerde atıf var ki bu da kitabın yeniden hatırlanmasını sağlamak
adına adılmış son derece zekice bir adım olarak karşımıza çıkıyor.
Özetle, 22/11/63, Stephen King’in
alıştığımız eski tarzını artık neredeyse tamamen geride bıraktığını bir kez
daha kanıtlayan King-dışı bir roman. King’in bu bilimkurgu sosuna batırılmış
tarihsel kurgu hikayesi pek çok açıdan ortalamanın üstü olsa da –bana kalırsa-
yer yer gereksiz uzatılmış ve her şeyden bir parça koyayım derken iki -hatta üç-
farklı hikayenin anlatıldığı “kitap içinde kitap” kıvamına gelmiş sıradışı bir öykü. Şahsi görüşüm: klişelerle
süslü aşk hikayesi sınıfta kalırken, merak yüklü bilimkurgu hikayeye ortalama,
Oswald ve Kennedy ekseninde dönen tarihsel kurguya ise başarılı denilebilir. Bakalım
bundan sonra Stephen King hangi eksende yoluna devam edecek?
Ben bu kitaBI okumayı çok istiyorum. Şimdiye kadar King'den sadece Yeşil Yolu okudum. O da King'in genel çizgisinin dışındaydı ve beğenmiştim. Bu kadar uzun olması "uzatılmış" olabileceğini gösteriyor ama yine de denemeye değer. Yazı için teşekkürler!
YanıtlaSilAynen dediğin gibi, birazcık hamur gibi oynanmış ve uzatılmış bir hikaye ama gene de okunmaya değer. Yorumun için asıl ben teşekkür ederim. :)
SilÇok ayrıntılı ve açıklayıcı bir yorum olmuş.Kendi adıma kitabı okumak konusunda varolan çekincem ortadan kalktı.
YanıtlaSilÇekincelerini ortadan kaldırmaya yaradıysa ne mutlu bana! Yorumun için teşekkür ederim. :)
SilKitabı okurken kendimi 60'lı yıllarda hissettim.
YanıtlaSilAdeta zaman yolculuğu yaptım King sayesinde. :)
Betimlemeler, tasvirler müthiş.
Neyse uzun uzun yazmayacam romanın ne kadar güzel olduğunu ama sıkı bir King hayranı olmama rağmen romanı okurken bazı yerlerde çok sıkıldım, romanla olan iletişimim koptu.
Bazı yerler çok uzatmış sanki.
Ama ona rağmen müthişti.
Bu arada incelemizde enaz roman kadar müthiş.
Aynen katılıyorum, başlarda çok çabuk ilerlerken ortalarında ben de çok koptum, o kısımları geçmek için kendimi epey zorladım. :)
SilYazıyı beğenmenize çok sevindim, teşekkür ederim yorumunuz için. :)
Merhaba,
YanıtlaSilBlog yazarlarını da yakından ilgilendirdiğini düşündüğümüz e-kitap anketimize katılmaya sizleri de davet ediyorum. Anketimizde blog yazarlarına özel sorduğumuz var. Sadece 45 saniye gibi kısa bir zamanı alacak olan e-Kitap anketimize katılın! Anketin sonunda e-kitap hediyeniz mailinize gelsin.
Anket link adresi: http://dbookmarks.com/redirect_9886/anket-mail/
Necip Erhan Üzümcü
DBOOKMARKS
http://dbookmarksblog.blogspot.com/
Harika bir incelem olmuş, tebrikler. Bir Stephen King hayranıyım ama son zamanlarda çıkardığı kitaplar bana o eski tadı vermiyor, korku-gerilim tarzından gittikçe uzaklaşıyor, biraz da "korku-gerilim" türü nedense en başarılı romanlar için bile yeterince prestijli olmadığı ve edebiyat dışı sayıldığı için belki, yeni şeyler denemek istediğini düşünüyorum yazarın, yine de o eski klasik romanlarını özlüyorum:) bu arada en son Kubbenin Altında'yı okumuştum, güzeldi ama yine de beklediğim şey değildi, sevgiler:)
YanıtlaSilYazıyı beğenmenize çok sevindim, teşekkürler. :)
SilEvet Stephen King korku-gerilim türüyle özdeşleşmiş bir yazar, muhtemelen kendisi de bu algıdan sıkıldığı için daha değişik türlere kaymaya çalışıyor ama maaleef ki diğer türlerde aynı tadı vermiyor. Belki de bu okuyucudaki King algısından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Stephen King deyince okuyucunun istediği belli, hangi okuyucunun tercih edeceği belli. Öyle olunca kalıpları yıkmak yazar için de çok zor, Stephen King adına üzüldüm bile diyebilirim. Yorumunuz için teşekkürler, sevgiler. :)
merhaba incelemeniz çok güzel amam benim bir sorum olacaktı. O kitabına bulunulan atıflardan bahsetmişsiniz acaba bu kitabı okumadan önce O kitabını okumak gerekli mi?
YanıtlaSilHayır hayır, hiç öyle "O" kitabını okumanızı gerektirecek kadar bahsetmiyor; sadece birkaç yerde sırf hatırlatma amacıyla ufak tefek atıflarda bulunuyor o kadar. O'yu okumadan da gönül rahatlığıyla alıp okuyabilirsiniz, hiç şüpheniz olmasın.
SilYazıyı beğendiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. :)
teşekkürler :) kitaba yakın zamanda başlayacaktım bilgilendirdiğiniz için sağolun :)
YanıtlaSilGüzel ve detaylı bir değerlendirme olmuş.Ufak bir düzeltme yapmak isterim.King'in bu romanında atıfta bulunduğu "O" (IT) romanı 1986'da yayımlandı.Bizde ilk ne zaman yayınlandığını tam olarak hatırlamıyorum ama Altın Kitaplar'dan çıkan ilk çeviri romanın epeyce bir kırpılmış haliydi.Sansürsüz ve tam metin ise yeni bir çeviriyle yine Altın Kitaplar'dan 2015'te çıktı.Eski baskıları ise sanırım artık yok.
YanıtlaSilYorumunuz ve düzeltmeniz için teşekkür ederim. King'i O adlı romanını okumadım dolayısıyla internetten aldığım bilgiye dayanarak 2003 yazmışım. Düzeltme için tekrar teşekkürler.
Sil