Orijinal Adı : El Coronel No Tiene Quien Le Escriba
Yazar : Gabriel Garcia Marquez
Orijinal Dili : İspanyolca
Çevirmen : Handan Saraç
Yayınevi : Can Yayınları
Posta şefi çantayı omzuna vurdu, setten indi ve
başını çevirmeden yanıtladı: “Albaya mektup yazan yok!” – syf. 28
Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’in ilk kitaplarından biri olan
Albaya Mektup Yok, okuyucuya emekli bir albay ve eşi özelinde kişinin
yaşlandıkça içine düştüğü yalnızlığı ve bunla baş etme halini Marquez’in o
kendine özgü üslubuyla aktarıyor. Yazar bu uzun öyküsüyle bir yandan umudun insan
hayatında her dem var olduğunu hissettirirken diğer yandan o dönem Kolombiya’da
hüküm süren baskı rejimine inceden eleştiri getiriyor.
Yılgınlık, Umut, Sansür Üçgeni
Dünya çapında üne "Yüzyıllık Yalnızlık" kitabıyla ulaşan Marquez’in ilk eserlerinden biri olan 60 sayfalık bu “uzun öykü” temelde birkaç ana kavram üzerine
vurgu yaparak ilerliyor: Bir, ülkesi uğruna savaşmış emekli bir albayın
yaşlılığında bu vatanseverliğinin karşılığını göremeyişinin acısı, iki umudun
herkes için her zaman var olduğu ideası ve üç, baskı ve sansürün toplum
üzerindeki etkisi.
Anlatmaya kitaba ismini veren ana vurgudan başlamak gerekirse, öykümüzün başkahramanı emekli albayımız on beş yıldır her
cuma günü -gençliğinde verdiği emeklerin karşılığı olabilecek emekli aylığının kendisine postayla ulaşıp ulaşmadığını kontrol etmek için- limana gider ve şehirden gelecek tekneyi bekler; ancak ne acıdır ki her cuma limandan
eli boş döner. Gittikçe yaşlanıp kimsesizleşmesinin ve maddi olarak zora
düşmesinin de etkisiyle albaya ağır gelen bu yük, onun o mağrur duruşuyla
birleşince okuyucuda içinden atamadığı bir isyan hali yaratır. Marquez öyle
içten anlatır ki her cuma günü yaşanan o “anlık” yılgınlığı, bir dahaki cumanın
gelişini okumak dahi istemezsiniz. Albay bu cuma o limana hiç gitmesin, o
yılgınlığı hiç yaşamasın istersiniz ama ne var ki inatçı albayımız o limana gitmekten
de okuyucusunu üzmekten de hiç vazgeçmez.
İkinci olarak, yazar, kitabın yabancı dilde yapılmış pek çok baskısının
kapağında görülebilen bir horoz dövüşü hikayesiyle kitaba “umud”u yansıtan yeni
anlamlar katmaya çabalar. Maddi olarak oldukça zor durumda kalan albay ve
eşinin horozu satmak ya da kısa bir zaman içinde gerçekleşecek horoz dövüşlerinde
kullanmak arasında kalışı bir yanda; horozun kendi oğullarıyla olan manevi bağı
nedeniyle ona yükledikleri anlam diğer yanda derken Marquez’in her kitabında var
olan o insani yönünü tekrar tekrar hissedersiniz. Bunla birlikte “altın
yumurtlayan horoz”un ite kaka sürdürülen yaşam savaşı kitapta sadece albay ve eşi için değil tüm
toplum için umudun simgesidir aslında… O horoz öldürülemez, satılamaz…
“Bana kalsa hemen bu akşam bir horoz yahnisi yaparım. Elli pesoluk bir
hazımsızlık çok iyi olurdu.” (…) “Beni üzen şu yoksul oğlanların -horoz dövüşü
için- para biriktiriyor olması.” – syf. 25
Hikaye boyunca arka planın satır aralarına özenle serpiştirilmiş
sansür ve baskı rejimine dair ifadeleriyle de oldukça göz doldurucu bir tablo çizen yazarın üçüncü ana vurgusu da -tahmin edilebileceği gibi- bu konu üzerinedir.
Kasabaya yeni gelen filmlerin “ne kadar sakıncalı” olduğuna dair kilisenin çan
çalmasından tutun da gazetelerin gerçekleri halktan saklamasına kadar pek çok
konuya ince göndermeler yapmaktan geri duramayan Marquez, Albay’ın bir türlü
isyan edemeyen o mağrur hali ve bitmek bilmeyen sabrı ile de aslında bu sansür
rejimine karşı bireylerin içsel patlama noktasına geliş sürecine ışık tutar.
“Sansür konduğundan beri gazeteler yalnız Avrupa’dan söz eder oldu,” dedi.
“En iyisi Avrupalılar buraya gelsin, biz de oraya gidelim. Böylelikle herkes
kendi ülkesinde neler olup bittiğini öğrenebilir.” – syf. 28
Türkiye’nin hapisteki gazeteci sayısında patlama yaptığı ve basına
Abdülhamit dönemini mumla aratacak derecede baskı yapıldığı şu dönemde çizilen
bu tablonun Türkiye için de -ayrıca- aydınlatıcı olduğu söylenebilinir. Kırmızı
Pazartesi adlı eserinde “töre cinayeti” gibi Türkiye’nin kanayan çok sayıdaki
yarasından birine oldukça doğru noktalardan vurgu yapan Marquez, bu kitabıyla
da yine Türkiye’de demokratikleşme yolunda handikap oluşturan “basın sansürü”nü
okuyucuya kendine özgü üslubuyla anlatır. Bu açıdan bakılınca, Marquez’in
eserlerinin Türk okuyucusu için başka bir anlam, başka bir samimiyet taşıdığı da
söylenebilinir.
Eleştirel açıdan bakarsak, kitap sonlara doğru anlattığı öykünün
yoğunluğunu kaybediyor denebilir. Fazlasıyla dolu dolu başlayan hikayede
olaylar kitap ilerledikçe birbirinden daha kopuk hale geliyor ve sanki son 20
sayfadaki her bir olay başlara göre daha kısa kısa geçiliyor. Bu minvalde -kitabın
Marquez’in ilk eserlerinden biri olduğu da göz önüne alınırsa- sanki yazar
sonlara doğru toparlamakta zorlanmış ve hatta kısmen sıkılmış bile denebilir.
Hikayenin sonunu başlarda aldığınız o edebi lezzetten sonra biraz yavan
bulabilirsiniz, benden söylemesi.
Gabriel Garcia Marquez |
Çeviri kalitesi açısından, Türkçeye Can Yayınları adına Handan Saraç
tarafından çevrilmiş eserde, yazım ve imla açısından hiçbir sıkıntı görmesem de
ara ara anlam düşüklüğü içeren cümlelere rastladığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Karşılaştırma yapmak gerekirse, Albaya Mektup Yok’u bitirdikten sonra Kırmızı Pazartesi’yi İspanyolca aslından çeviren İnci Kut’un başarısı nezdimde bir kez
daha takdir uyandırdı.
Özetle, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez bu kitapta da gene pek çok
açıdan ele alınmış bütün bir toplum tablosuyla karşımıza çıkıyor. Marquez, Albay
ve eşi özelinde anlattığı hayata karşı duyulan yılgınlık hissiyatı, yaşamı
devam ettirmek için verilmek zorunda kalınan kararlar ve tabii arka planda
işlenen sansür mekanizmasıyla ne kadar büyük bir yazar olacağının sinyallerini daha
şimdiden veriyor. Albaya Mektup Yok belki Marquez’in Nobel almasına neden olan
kitabı değil, ama yazarın gelişim sürecini ve “büyülü gerçeklik” stilinin
oturuşunu anlamak açısından önemli bir yapıt; okuyun-okutturun, Marquez’in o
insani yönünü bir kez daha görüp kendisine özgü yazım stilini oturuşuna birebir
şahit olun.
Keyifli okumalar dilerim.
çok sevdiğim bir yazar bende severek okuyorum kiitaplarını
YanıtlaSilGüzel bir yazı olmuş teşekkürler :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil