Orijinal Adı : Before I Go To Sleep
Yazar : S. J. Watson
Orijinal Dili : İngilizce
Çevirmen : Şen Süer
Yayınevi : Doğan Kitap
Uyuyana Kadar, 2011 yılında piyasaya
çıkmış ve –yazarın ilk roman denemesi olmasına rağmen- tabir-i caizse ortalığı
kasıp kavurmuş yepyeni bir gerilim romanı.
Yorumlamaya başlamadan önce dikkatinizi
yeterince celbetmek adına söylemeliyim ki, Türkçeye Doğan Kitap tarafından
henüz yeni kazandırılmış bu roman, 2011 yılı boyunca, New York Times gibi pek
çok prestijli gazetenin “en çok satan kitaplar” listesinde haftalarca
yer almış. Bununla beraber, kitabın arka kapağında yazdığına göre, bir yıl
içinde hakları 42 farklı ülkeye satılmış ve toplamda 1.000.000’dan fazla satışa
ulaşmış. Ayrıca edebiyat dünyasının en prestijli
ödüllerinden Galaxy Ulusal Kitap
Ödüllerinde en iyi polisiye-gerilim
kitabı ödülünü ve İngiliz
Polisiye Yazarları Derneği (CWA) John Creasey Hançer Ödülü’nü de hiç kimseye kaptırmamış.
Etkilendiniz değil mi?
Doğrusu ben de dünya çapında kazanılmış
bunca başarıya kayıtsız kalamadım ve başlamayı düşündüğüm kitabı bir yana
bırakıp hevesle Uyuyana Kadar’ı okumaya başladım. Şimdi geriye dönüp bakınca,
oldukça yerinde bir iş yaptığımı düşünüyorum.
Kitabın içeriğine geçmeden önce, Doğan
Kitap’ın yukarıda saydıklarımı özetleyecek “kitap fragmanına” bir göz atalım
istiyorum zira satış stratejisi açısından bakınca ortaya oldukça güzel bir iş
çıkarılmış gibi duruyor:
Fragmanda da denildiği gibi, Uyuyana Kadar, amnezi hastası
yani bir sebepten hafıza kaybına uğramış ve bu nedenle geçmişindeki anıları
hatırlayamamakla beraber bugüne dair yeni anılar da üretemez hale gelmiş Christine Lucas’ın hayatını konu alıyor. Christine,
her sabah uyandığında, kendini 20’li yaşlarda genç bir kadın zannederken
aslında 40’lı yaşlarına çoktan varmış –ve dahi evlenmiş- biri olduğunu fark
ediyor, lakin hayatının bu kısımlarına dair hiçbir şey hatırlayamıyor.
Kulağa oldukça bilim-kurgu bir hikaye gibi gelse de
aslında gerçekten amnezi hastalığı diye bir rahatsızlığın olduğunu bilmek ve
Christine gibi gün boyunca yaptıklarını aklında tutmayı başarıp sadece uyuyunca
bütün bunları hafızasından silen birinin diğer amnezi hastalarına göre çok daha
iyi bir durumda olduğunu öğrenmek insanı ürkütüyor. Kitap açısından, bir de
işin içine Christine’in bir türlü güvenemediği kocası Ben’i ve kendine anlatılan geçmişte
yanlış bir şeyler olduğunu dair –kitap boyunca devam eden- hislerini katınca okuyucu hepten rahatsız edici bir noktaya çekilmiş olunuyor.
Roman, “Bugün - Christine Lucas’ın günlüğü – Bugün”
şeklinde üç ana kısımdan oluşuyor, çünkü -üçüncü ana karakterimiz- Christine’ın
iyileşmesine yardım etmeye çalışan nöroloji uzmanı Dr. Nash, ona bir günlük
tutmasının anılarını hatırlamasına yardımcı olabileceğini söylüyor. Biz de işte
bu günlük sayesinde Christine’in hayatında önce bir parça geriye gidip geçmişte neler
olduğunu öğreniyor, ardından da tekrar ileriye sarmaya başlıyoruz. İtiraf
etmeliyim, kurgusal açıdan bu oldukça iyi düşünülmüş bir taktik zira okuyucu
başlarda neler olduğunu dahi anlamazken kitap ilerledikçe parçalar yavaş yavaş
yerine oturmaya başlıyor ve böylece ilgi hep belli bir düzeyde tutulmuş
olunuyor.
Uyuyana Kadar’ın en belirgin özelliği, insan
psikolojisine çok iyi oynaması… Kitap boyunca Christine ile beraber hep bir
hinlik çıkacak diye bekliyorsunuz. Dahası, okuduğunuz müddetçe, "bir
yerlerde yanlış bir şeyler var" düşüncesi peşinizi hiç bırakmıyor. Zaten
kitap sürpriz sonuyla da o 370 sayfa boyunca ayakta tuttuğunuz "adı
konulamayan hissi" taçlandırıyor. Ek olarak, roman, her 70-80 sayfada bir
Christine’in –ve dolayısıyla sizin- ruh halinizi değiştirmeyi başarıyor. Bir
çocuğunu arayan acı içinde bir anne oluyorsunuz, bir kime güveneceğini şaşırmış
zavallı bir yarı-yetişkin… Böylece, siz bir ruh halinden diğerine
sürüklenirken, daha neler olduğunu anlamadan kitap bitiveriyor.
Eleştirisel olarak diyebilirim ki, yazar günlük
kısmında biraz fazla oyalanmış gibi. Kitabın ortalarına doğru böyle bir elli
sayfa kadar sıkıldığınız oluyor ama sonlara vardığınızda o his tamamen
kayboluyor. Açıkçası kitap bitince, o 50 sayfalık kısım biraz daha kısa
tutulsaymış çok daha şahane bir kitap olabilirmiş diye düşündüm, bana kalırsa
yazar tempoyu yükseltmekte birazcık geç kalmış.
Anlatım açısından bakarsak; kitabın dili oldukça sade,
bu nedenle okunması da fazlasıyla kolay. Yazar uzun uzun betimlemelerden,
sonuna geldiğinizde başını unuttuğunuz cümlelerden özellikle kaçınmış gibi...
hikaye sizi yormadan öylece akıp gidiyor. Çeviri açısından da göze çarpan
belli bir sıkıntı yok. İngilizce bilmeme rağmen hiç öyle İngilizce kokan bir
Türkçe ile karşılaşmadım, çevirmen Şen Süer kitabın hakkını vermiş.
S. J. Watson |
Son olarak İngiliz yazarımız S. J. Watson’a
değinmek istiyorum zira yazının başında da dediğim gibi Uyuyana Kadar yazarın
ilk roman denemesi. Londra’da yaşayan ve edebiyat dünyasına daha yeni adım
atmış olan Watson, bu kitabı gittiği bir roman yazma kursunun ardından kaleme almış.
Doğrusu, ilk romanında bu kadar büyük bir başarıya sahip olunca insan “kurs işe
yaramış” diye düşünmeden edemiyor. Ayrıca, yazarın son attığı tweet'e göre
filmi çekilmeye çok müsait olan öykü -tabii ki- senaristlerin gözünden kaçmamış,
kitabın filmi yakında geliyormuş. Biz görevimizi yapalım, şimdiden haber
verelim.
Film demişken aklıma geldi, kitabın konusu ilk bakışta Christopher
Nolan'ın ünlü filmi Akıl Defteri'ne (Memento)
oldukça benziyormuş gibi dursa da okudukça aslında hiç bir alakaları olmadığını
fark ediyorsunuz. İçiniz rahat olsun, kitap tamamıyla özgün bir hikayeyi ele alıyor.
Kısacası, Uyuyana Kadar, hem anlatım hem de kurgu
açısından gayet başarılı bulduğum, insanı yormayan, şu soğuk –ve İstanbul için
karlı- kış günlerinde biraz kafasını dağıtmak isteyen herkese önerebileceğim
çıtır çerez bir roman. Verdiğiniz zamana değeceğini garanti edebilirim.
Herkese iyi okumalar dilerim.
0 yorum:
Yorum Gönder