27 Ocak 2012 Cuma

UYUYANA KADAR


Orijinal Adı : Before I Go To Sleep
Yazar : S. J. Watson


Orijinal Dili : İngilizce
Çevirmen : Şen Süer
Yayınevi : Doğan Kitap












Uyuyana Kadar, 2011 yılında piyasaya çıkmış ve –yazarın ilk roman denemesi olmasına rağmen- tabir-i caizse ortalığı kasıp kavurmuş yepyeni bir gerilim romanı.

Yorumlamaya başlamadan önce dikkatinizi yeterince celbetmek adına söylemeliyim ki, Türkçeye Doğan Kitap tarafından henüz yeni kazandırılmış bu roman, 2011 yılı boyunca, New York Times gibi pek çok prestijli gazetenin “en çok satan kitaplar” listesinde haftalarca yer almış. Bununla beraber, kitabın arka kapağında yazdığına göre, bir yıl içinde hakları 42 farklı ülkeye satılmış ve toplamda 1.000.000’dan fazla satışa ulaşmış. Ayrıca edebiyat dünyasının en prestijli ödüllerinden Galaxy Ulusal Kitap Ödüllerinde en iyi polisiye-gerilim kitabı ödülünü ve İngiliz Polisiye Yazarları Derneği (CWA) John Creasey Hançer Ödülü’nü de hiç kimseye kaptırmamış. 

Etkilendiniz değil mi?

Doğrusu ben de dünya çapında kazanılmış bunca başarıya kayıtsız kalamadım ve başlamayı düşündüğüm kitabı bir yana bırakıp hevesle Uyuyana Kadar’ı okumaya başladım. Şimdi geriye dönüp bakınca, oldukça yerinde bir iş yaptığımı düşünüyorum.

Kitabın içeriğine geçmeden önce, Doğan Kitap’ın yukarıda saydıklarımı özetleyecek “kitap fragmanına” bir göz atalım istiyorum zira satış stratejisi açısından bakınca ortaya oldukça güzel bir iş çıkarılmış gibi duruyor:



Fragmanda da denildiği gibi, Uyuyana Kadar, amnezi hastası yani bir sebepten hafıza kaybına uğramış ve bu nedenle geçmişindeki anıları hatırlayamamakla beraber bugüne dair yeni anılar da üretemez hale gelmiş  Christine Lucas’ın hayatını konu alıyor. Christine, her sabah uyandığında, kendini 20’li yaşlarda genç bir kadın zannederken aslında 40’lı yaşlarına çoktan varmış –ve dahi evlenmiş- biri olduğunu fark ediyor, lakin hayatının bu kısımlarına dair hiçbir şey hatırlayamıyor.

Kulağa oldukça bilim-kurgu bir hikaye gibi gelse de aslında gerçekten amnezi hastalığı diye bir rahatsızlığın olduğunu bilmek ve Christine gibi gün boyunca yaptıklarını aklında tutmayı başarıp sadece uyuyunca bütün bunları hafızasından silen birinin diğer amnezi hastalarına göre çok daha iyi bir durumda olduğunu öğrenmek insanı ürkütüyor. Kitap açısından, bir de işin içine Christine’in bir türlü güvenemediği kocası Ben’i ve kendine anlatılan geçmişte yanlış bir şeyler olduğunu dair –kitap boyunca devam eden- hislerini katınca okuyucu hepten rahatsız edici bir noktaya çekilmiş olunuyor.

Roman, “Bugün - Christine Lucas’ın günlüğü – Bugün” şeklinde üç ana kısımdan oluşuyor, çünkü -üçüncü ana karakterimiz- Christine’ın iyileşmesine yardım etmeye çalışan nöroloji uzmanı Dr. Nash, ona bir günlük tutmasının anılarını hatırlamasına yardımcı olabileceğini söylüyor. Biz de işte bu günlük sayesinde Christine’in hayatında önce bir parça geriye gidip geçmişte neler olduğunu öğreniyor, ardından da tekrar ileriye sarmaya başlıyoruz. İtiraf etmeliyim, kurgusal açıdan bu oldukça iyi düşünülmüş bir taktik zira okuyucu başlarda neler olduğunu dahi anlamazken kitap ilerledikçe parçalar yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyor ve böylece ilgi hep belli bir düzeyde tutulmuş olunuyor.

Uyuyana Kadar’ın en belirgin özelliği, insan psikolojisine çok iyi oynaması… Kitap boyunca Christine ile beraber hep bir hinlik çıkacak diye bekliyorsunuz. Dahası, okuduğunuz müddetçe, "bir yerlerde yanlış bir şeyler var" düşüncesi peşinizi hiç bırakmıyor. Zaten kitap sürpriz sonuyla da o 370 sayfa boyunca ayakta tuttuğunuz "adı konulamayan hissi" taçlandırıyor. Ek olarak, roman, her 70-80 sayfada bir Christine’in –ve dolayısıyla sizin- ruh halinizi değiştirmeyi başarıyor. Bir çocuğunu arayan acı içinde bir anne oluyorsunuz, bir kime güveneceğini şaşırmış zavallı bir yarı-yetişkin… Böylece, siz bir ruh halinden diğerine sürüklenirken,  daha neler olduğunu anlamadan kitap bitiveriyor.

Eleştirisel olarak diyebilirim ki, yazar günlük kısmında biraz fazla oyalanmış gibi. Kitabın ortalarına doğru böyle bir elli sayfa kadar sıkıldığınız oluyor ama sonlara vardığınızda o his tamamen kayboluyor. Açıkçası kitap bitince, o 50 sayfalık kısım biraz daha kısa tutulsaymış çok daha şahane bir kitap olabilirmiş diye düşündüm, bana kalırsa yazar tempoyu yükseltmekte birazcık geç kalmış.

Anlatım açısından bakarsak; kitabın dili oldukça sade, bu nedenle okunması da fazlasıyla kolay. Yazar uzun uzun betimlemelerden, sonuna geldiğinizde başını unuttuğunuz cümlelerden özellikle kaçınmış gibi... hikaye  sizi yormadan öylece akıp gidiyor. Çeviri açısından da göze çarpan belli bir sıkıntı yok. İngilizce bilmeme rağmen hiç öyle İngilizce kokan bir Türkçe ile karşılaşmadım, çevirmen Şen Süer kitabın hakkını vermiş.

S. J. Watson
Son olarak İngiliz yazarımız S. J. Watson’a değinmek istiyorum zira yazının başında da dediğim gibi Uyuyana Kadar yazarın ilk roman denemesi. Londra’da yaşayan ve edebiyat dünyasına daha yeni adım atmış olan Watson, bu kitabı gittiği bir roman yazma kursunun ardından kaleme almış. Doğrusu, ilk romanında bu kadar büyük bir başarıya sahip olunca insan “kurs işe yaramış” diye düşünmeden edemiyor. Ayrıca, yazarın son attığı tweet'e göre filmi çekilmeye çok müsait olan öykü -tabii ki- senaristlerin gözünden kaçmamış, kitabın filmi yakında geliyormuş. Biz görevimizi yapalım, şimdiden haber verelim.

Film demişken aklıma geldi, kitabın konusu ilk bakışta Christopher Nolan'ın ünlü filmi Akıl Defteri'ne (Memento) oldukça benziyormuş gibi dursa da okudukça aslında hiç bir alakaları olmadığını fark ediyorsunuz. İçiniz rahat olsun, kitap tamamıyla özgün bir hikayeyi ele alıyor.

Kısacası, Uyuyana Kadar, hem anlatım hem de kurgu açısından gayet başarılı bulduğum, insanı yormayan, şu soğuk –ve İstanbul için karlı- kış günlerinde biraz kafasını dağıtmak isteyen herkese önerebileceğim çıtır çerez bir roman. Verdiğiniz zamana değeceğini garanti edebilirim.

Herkese iyi okumalar dilerim.

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...